JACK LONDON BEYAZ DİŞ YORUMU

 

Kurt Beyaz Diş

Beyaz Diş, orijinal adıyla White Fang, Jack London severlerin aşina olduğu tarzda, doğadaki yaşam mücadelesinin tema olarak seçildiği bir roman. Romanın ana kahramanı bir köpek –kurt kırmasıdır ve yazar seçtiği bu tarz ile 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının kendi türündeki erken örneklerinden birini vermiştir. Öykü ilk olarak 1906 yılı Mayıs-Ekim ayları arasında The Outing Magazine dergisinde yayınlanmış ve 1909 yılında da kitap olarak basıldıktan sonra büyük ilgi görerek pek çok dile çevrilmiştir.

Beyaz Diş, Jack London’un bir hayvanı temele aldığı ilk romanı değildir. Benzer biçimde Vahşetin Çağrısı romanında da bir kızak köpeğini kahraman olarak seçmiştir. Her iki roman, kaynağını yazarın Klondike’de geçirdiği yıllarda karşılaştığı olaylar ve dinlediği hikâyelerden alır. İki kitaptaki ortak bir nokta Vahşetin Çağrısı’nın ana karakteri Buck gibi Beyaz Diş’in annesinin de yarı köpek yarı kurt olması ve insanlar arasında bir süre vakit geçirmesidir. Hem Beyaz Diş hem de Buck insanların elinde çok fazla eziyete maruz kalırlar. 1903 yılında yayımlanan Vahşetin Çağrısı ve üç yıl sonra 1906’da yayımlanmaya başlayan Beyaz Diş romanında ortak biçimde yaşam mücadelesi ve yapılan yolculuklar ele alınırken aralarındaki bazı farklılıklar da bulunur. Beyaz Diş doğadan insanların dünyasına, Vahşetin Çağrısı’nın kahramanı Buck ise insan dünyasından çıkarak doğaya döner. Ayrıca Beyaz Diş kuzey topraklarından güneye, Buck ise güneyden kuzey topraklarına gider.

Beyaz Diş, kahramanın doğumundan itibaren tüm gelişimine şahitlik edilmesi yönüyle Siyah İnci romanını anımsatır.  1877 yılında Anna Sewell tarafından yazılan ve bu türdeki ilk örnek kabul edilen Siyah İnci’de, yazar hikâyenin tamamını bir atın gözünden anlatmıştır. Beyaz Diş romanındaki fark, Siyah İnci’de hikayenin adeta at tarafından hikaye edilmesi, Beyaz Diş romanında ise kurdun hislerinin bir üçüncü göz tarafından okuyucuya aktarılmasıdır.

Jack London doğumdan itibaren Beyaz Diş’in (Romanın orijinalinde Fang olarak ifade edilen ve Türkçeye yalnızca diş olarak çevrilen kelime, Beyaz Diş’i diğer kurtlardan ayıran ve köpek genlerine işaret eden uzun sivri azı dişlerini ifade etmektedir) hikâyesine yer vererek, kahramanımızın en saf ve korunmasız haliyle başladığı yaşam mücadelesine her anıyla şahit olunmasının yolu açılmıştır. Hayatı gözlemlemesi, deneyimleyerek hayatı keşfetmesi bu şekilde okuyuculara daha etkili biçimde anlatılabilmektedir. Ayrıca London, yaşamının her döneminde karşılaştığı olayların Beyaz Diş’in karakterinin şekillenmesinde rol oynadığını düşündüğünden özellikle bu şekilde bir yol izlemiş olmalıdır.

Jack London, bu kitabında hayatta kalma, sert doğa koşullarıyla mücadele ve insan hayvan ilişkileriyle ilgili anekdotlar aktarmaktadır. Korku ile güven, sevgi ile nefret, iyilik ile kötülük duyguları arasında sürekli gidip gelen Beyaz Diş, bu kavramların temelinde günümüz medeniyetinde de karşımıza çıkan düşüncelerin bir yansımasıdır. Hayatın acımasızlığı ve yalnızca güçlü olanın hayatta kalabileceği fikri üzerinde şekillenen ancak asıl olarak sevginin tüm kötülükleri ortadan kaldıracak büyük bir güç olduğunu anlamamızı sağlayan bir öyküdür. 1897 yılında “Altına Hücum” döneminde Kanada-Alaska sınırında yer alan Klondike’e giden yazarın bu yolculuğunun, pek çok hikâyesinin kaynağı olduğu düşünülmekte. Hatta kitabının bir yerinde 1898 tarihini de vermektedir.

Gözlem yapma konusunda tartışmasız büyük bir yeteneği olan Jack London için Alaska yılları kitabına kaynaklık teşkil eden hikâye ve olaylar yanında kitabına yerleştirdiği bazı ayrıntıları öğrenmesine de  katkı vermiştir. Özellikle Alaska ve Kanada gibi zorlu kış koşullarında insanın hayatta kalmasının köpeklerin yardımıyla gerçekleşmesi ve yalnızca hayvan değil adeta dost ve yoldaş olarak görülmeleri hikâyenin bazı bölümlerini şekillendiren köpek davranışlarındaki ince gözlemlerin başlıca kaynağıdır. Kızakların yapılma prensibi, kızak köpeklerinin sıralanma biçimiyle ilgili verdiği ipuçları da yine geçirdiği yılların birikimiyle çok ayrıntılı, tüm yönleriyle ve bu tür işlerle uğraşan birinin bilebileceği bir anlatımla yazıya geçirilmiştir. Burada Jack London’un romanları ile ilgili konu ararken izlediği yolu gösteren bir sözüne de yer vermek istiyorum:

“İlham gelmesini bekleyemezsiniz. Elinizde bir sopayla peşinden gitmeniz gerekir.”

Romanda bir kurdun hayatı ele alınmakla birlikte aslında bu dönem toplumsal yaşamı, Alaska’daki zor yaşam koşulları gibi hususlarla ilgili bazı ayrıntıları Roman’ın tamamında görmek mümkün.  Kitapta insanın acımasızlığı ile birlikte canlılar ve hatta tüm varlıklar üzerinde hâkimiyeti bir hayvanın gözünden başarıyla yazıya geçirilmiş. Medeni bir dünyadan gelmiş olsalar bile, zorlu yaşam koşulları altında ve hayatta kalma mücadelesinde insanların yaşadıkları değişimin Beyaz Diş örneğinde aktarıldığı yönünde de bazı görüşler mevcuttur.

Romanın henüz başında bahsedilen olaylar ilk bakışta romanın asıl konusundan farklılık gösteriyor gibi görünmekle birlikte bu bölümde öne çıkan karakter Beyaz Diş’in annesi olan Kiche’dir. Fiziksel özellikleriyle birlikte karakteriyle ilgili de ipuçları verilir ve romanın sonraki bölümleri için bir giriş hazırlanmış olur. Yarı kurt yarı köpek, insanlara yabancı olmayan ve bir süre Kızılderili kabilesi ile yaşamakla birlikte kurt sürüsü içinde kalmayı tercih eden annesi ile sürünün önde gelenlerinden bir kurdun yavrusu, yani dörtte üç oranında kurt dörtte bir oranında köpek, olarak doğan Beyaz Diş annesi gibi farklılığıyla ilgi çekmiş ve tüm roman boyunca bu özelliği ön plana çıkarılmıştır. Fiziksel özellikleri bakımından büyük oranda bir kurt olsa bile içgüdüsel olarak köpek ve kurt arasında kalmıştır. İnsanlara karşı hissettikleri annesinden gelen köpek yönünün içgüdüsel olarak kendisinde şekillendiği gösterir. Yine insanların arasında kalmak ve doğaya dönmek arasında da sık sık gelgitler yaşar. İki farklı türün ortak özelliklerini taşıması nedeniyle kabul görmez ve daha ziyade farklı yönleriyle yargılanır. Bu farklılığı insanların eziyetine maruz kalmasına, köpekler tarafından da dışlanması ve yine saldırılara uğramasına neden olur.

Beyaz Diş’in farklı özellikleri nedeniyle dışlanması ve her defasında şiddet görmesi medeniyet tarihinde yansımasını bulmaktadır. İç savaşların gerçekleştiği, kölelikten kurtulma mücadelelerin yaşandığı, farklı kültürlere ve ırklara sahip insanların bir arada yaşamasıyla ilgili hakların en güçlü biçimde tartışıldığı 19. yüzyıl Amerika’sı ile Beyaz Diş romanı arasında paralellik kurulması bu yüzden oldukça mantıklı. Yaşadığı dönemde ayrışma ve yabancı olanın dışlandığı durumlara şahit olan Jack London’ın deneyimlerinin hikâyenin şekillenmesinde rol oynamış olması oldukça muhtemel.

Beyaz Diş’in kendisinden zayıf olan üstünde hâkimiyet ve korku yaratması ancak güçlü olarak gördüğü insanlara karşı korku ve saygı ile karışık duygular besleyerek boyun eğmesi yine zayıfın ezildiği, güçlü olanın hayatta kaldığı ve diğerlerine hükmettiği günümüz dünyasına bir göndermedir:

“Bütün bu niteliklere sahip olması şarttı, aksi halde ne ayakta durabilecek ne de içinde bulunduğu bu düşman çevrede yaşayabilecekti.”

Jack London’ın doğa ve kurtlar hakkında yaptığı bazı gözlemlerin doğruluğu günümüzdeki bilimsel verilerle uyumludur. Kurtların avlarını günler boyunca takip edebilecek sabır ve güçte olmaları, zor doğa koşullarında hayatta kalışları, avlanma alanlarının uygun hale geldiği zamanlarda bile doğa kurallarına uygun davranmaları günümüz bilgileriyle uyuşmaktadır. Kurtların günlük yaşayışları hakkında bilgiler, avlanma yöntemleri, çiftleşme dönemlerinde gösterilen davranışlar da yine başarılı gözlemlerin neticesinde romandaki yerini almıştır.  Ayrıca Pavlov’un, klasik koşullanma ile ilgili bulgularının öncesinde dahi London’ın köpeklerin bazı hareketleri ile objeler ve davranışlar arasında bağlantı olduğunu bildiğini gösteren ipuçlarını romanda görmek mümkündür.

19. yüzyıl, insanlığın doğaya ve doğal yaşama en büyük zararları verdiği dönemlerden biridir. Yapılan avlanmalar nedeniyle doğal dengenin bozulduğu bu yıllarda insanların doğaya göstermediği özenin aslında doğa yasalarının gereği olduğu, bozulduğunda yine kendilerinin etkileneceği tüm canlılar tarafından bilinmekte, yalnızca zekâsına rağmen insanlar tarafından göz ardı edilmektedir. Günümüzde de bu gerçek değişmedi. Jack London’ın tek cümlelik anlatımı bile tüm canlıların doğal yaşamı oluşturan zincirin bir halkasını oluşturduğunun farkındalığının bir özeti gibidir:

“Bol bol avlanabilecekleri bir yere gelmişlerdi. Ama yine de ihtiyatsızlık etmiyorlar, av olarak sakat ve zayıf hayvanları seçmeye özen gösteriyorlardı.”

Not: Kurtlar bir sürüde öncelikle hasta, yaşlı ve sakat olanları av olarak seçerler. Bunun nedeni ilk bakışta bu hayvanların kolay av olarak görülmesi olsa da bu sayede hastalıkların tüm sürüye yayılmasının önüne geçildiği ve sağlam genlerin diğer üyelere geçmesinin sağlandığı kabul edilir. Kurtların insanlar tarafından ortadan kaldırıldığı dönemlerde, geyik sürülerinde salgın hastalıkların çıkması ve büyük kayıplar yaşanması doğanın bu dengesi ve kurtların doğal döngü içindeki kritik rollerinin anlaşılmasına yardımcı olmuştur.

Ancak gözleme dayalı bu aktarımların haricinde, nedenlerinin keşfedilmesi sonraki yıllarda kalıtım ve evrim konusundaki araştırmalara dayanan bazı hayvan davranışlarının sebebini anlayamayan yazar, hayvan hareketlerinin öğrenme ve deneyimler neticesinde gelişim gösterdiğini düşündüğünü ortaya koyar biçimde bazı hatalı aktarımlarda bulunmuştur. Araştırmalarla ortaya çıkarıldığı üzere bazı hayvan davranışları bilinçli bir tercih ya da öğrenmeden çok içgüdülere ve genetiğe dayanmaktadır. Aslında yazar içgüdü ve kalıtımla ilgili bilgi sahibidir ve Beyaz Diş’in bazı davranışlarını da buna bağlar. Ancak kendi öngörülerine göre yasalar tespit ettiğini, yargılama yeteneğini geliştirdiğini söylemesi gerçeklikten uzaktır. Hatta mülkiyet yasası gibi spesifik değerlendirmeler yapmasını dahi öğrenme sonucuna bağlar. Köpeklerin koruyuculukları nedeniyle insanların yanından ayrılmadıklarını söylemesi de yine bilimsel verilerden ziyade öngörülere dayalı bir aktarımdır.

London, Beyaz Diş’i anlatırken adeta bir insan gibi psikolojik durumuyla da ilgili tanımlamalar yapmıştır. Hatta bazı noktalarda bunun kişileştirme değil adeta bir insanlaştırma olduğu dahi söylenebilir. Bu yöntemi tercih etmesinin nedeni aslında kitabın sonunda daha iyi anlaşılabileceği üzere insan psikolojisinin ne şartlarda şekillendiğinin örneklendirilmesi olmalıdır. Yazar açık biçimde insanların karakterinin hayatına giren kişiler ve hayat şartlarına uygun biçimde şekillendiğine dair bir inanca sahiptir. Beyaz Diş’in acımasızlığı ve katı yürekliliğinin nedeni dışlanarak kendisine kötü davranılması ve kendisinin de bu nedenle güçsüz olanlara karşı aynı şekilde hareket etmesidir. Yani günümüzde gelişim psikolojisinde yansımasını bulan örnek alma davranışını London başarılı biçimde kitabına geçirmiştir. Yine başkalarından sevgi görmediği için, içinde bir yerlerde sevgiyle kendini gösterecek yönleri de kitabın sonlarına kadar görülmemektedir. Vahşi içgüdülerine, küçüklüğünden beri sert ve acımasız bir dünyada büyümesine ve yaşadığı acılara rağmen en sonunda ihtiyaç duyduğu tek şeyin sevgi olduğunun ortaya çıkması da London’ın tüm insanlığa ilettiği bir mesajdır. Bu mesajını güçlendirmek için Beyaz Diş ile benzer zorlu bir hayatın içinde yetişen ancak kendisine sevgiyle yaklaşacak biri olmadığı için kötü biri haline gelen Jim Hall karakterini hikâyenin içine sokmuştur. Böylece aynı yollardan geçilse bile her canlının şefkat ve sevgi görmesi ile karakterinin değiştirilebileceği ve hayatının geri kalanının da böylece şekillendirilebileceği mesajı verilmek istenmiştir. Beyaz Diş iyi birinin yardımıyla hayata tutunur, Jim Hall ise ölür.

Beyaz Diş çocukluk yıllarını yaşaması gerektiği gibi yaşayamayan insanların da bir yansımasıdır aynı zamanda. İnsanların suça meyletme nedenleri ve insan psikolojisi ile ilgili bilgi sahibi olduğu anlaşılan yazar, Beyaz Diş’in hırsızlığa başlamasının nedeni olarak mecbur kalması ve uğradığı haksızlıkları gösterir. Vahşi ve acımasız olmasının nedeni de diğer köpeklerin saldırıları ve uğradığı zulümlerdir. London bir cümlesinde Beyaz Diş’in yaptığı haylazlıklardan bahsederken herkesin olayların sonuçlarına odaklandığını ancak bunların nedenini kimsenin sorgulamadığını söyleyerek davranış bilimleri ve eğitim açısından çok önemli bir noktaya değinir. Beyaz Diş, annesinin götürülmesiyle tamamen yalnız kalmıştır, diğer köpekler tarafından dışlanmıştır, mecburiyet sonucundaki hırsızlıkları ve kavgaları yüzünden de köpeklerin ve diğer insanların öfkesine maruz kaldığından içinde sevgi ve sevecenlik oluşmamış, dövüşmeyi ve zayıfı ezmeyi, hayatta kalmak için güçlü olmak gerektiğini öğrenmiştir. Yazar, böylece Beyaz Diş’in içindeki öfke ve acımasızlığının nedeninin dışlanmışlığı ve çocukluğundan itibaren içinde bulunduğu hayat mücadelesi olduğuna inandığını gösterir ve bu durumun vahşiliğini körüklediği üzerinde de durur.

London, bu örnekte olduğu gibi romanın birçok yerinde kişilik gelişimini etkileyen nedenlerin üzerinde durmuştur. Bunların bazıları çevresel koşullarla bağlantılıdır ancak bunun yanında Güzel Smith’ten bahsettiği bölümde yaratılışı ve fiziksel özelliklerinin kişiliğin oluşmasında etkisi olduğunu söylemesi daha önce yaptığı başarılı çıkarımları gölgeleyen ve günümüz bilimsel verileri ile de uyuşmayan bir aktarımdır.

Hayatın acımasızlığı ve yaşam mücadelesinin sertliğini yazar henüz romanın başında yavru hayvanların dahi henüz hayata tam olarak adapte olamadan av ya da avcı haline gelmeleri örneğinde ele almıştır. Beyaz Diş’in keklik yavrularını yemesiyle kurtların vahşi yönünün düşünülebileceği bir anda Beyaz Diş’in kendisi de av olmaktan birkaç kez son anda kurtulduğunu yazarak okuyucunun doğanın acımasızlığını derinden algılayabilmesinin yolunu açmıştır.

Jack London, insanların, en azından Beyaz Diş’in gözünden, bir tanrı olarak görüldüğünün üzerinde sık sık durmuştur. Böylece yazarın tanrı inanışının yalnızca insanlığa özgü olmadığı tüm canlılarda var olduğu düşüncesine sahip olduğu akla gelse de aslında yalnızca diğer canlılar üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurması dolayısıyla insana hayvanlar tarafından duyulan korkuyu vurucu hale getirmeyi amaçlamaktadır.

Kitapta anlatımlar doğrultusunda London’ın ırkçı bir düşünce yapısı olduğunu hissettiren bir bölüm dikkatinizi çekecektir. Gri Kunduz ile birlikte Yukon Vadisi’ne geldiğinde Beyaz Diş’in ilk kez karşılaştığı beyazların Kızılderililerden daha güçlü tanrılar olduğunu anladığını yazmıştır. Bunun ilk başta yapı gelenekleri, vapurlar ve kullandıkları silahlar ile bağlantılı olabileceğini düşünmek istesem de hemen ardından en güçlü Kızılderili’nin bile beyazlar yanında savunmasız bir bebek gibi kaldığını söylemesi nedeniyle ilk düşünceme geri dönmek zorunda kaldım.

Beyaz Diş, Jack London’ın karakteri hakkında da ipuçları veren pek çok anekdot içerir. London’ın hayat hikâyesi okunduğunda özgürlüğe ne kadar düşkün biri olduğu rahatlıkla görülür.  Beyaz Diş Roman’ında da başkaları ile birlikte yaşam sürdürmeyi kölelik olarak aktardığı bölüm belki de London’un kendi kişiliğini Beyaz Diş ile özdeşleştirmiş olabileceğini aklımıza getiriyor. Beyaz Diş doğaya dönme arzusu ile insanların yanında kalma isteği arasında gidip gelir.  Özgür olmak isteyen ancak insanlarda ayrılamayan Beyaz Diş gibi London da fırsatını buldukça “insan kapanı” olarak adlandırdığı şehir yaşamından uzaklaşıp yalnız kalabileceği maceralara atılmış ancak hayat şartları onu tekrar insanlar içine dönmek zorunda bırakmıştır.  Beyaz Diş gibi London’da bir süre Yukon’da bulunmuş ve sonra California’ya gelmiştir. Yine Jack London’ın hayat hikayesine bakıldığında, yaşamının son zamanlarına kadar dostlar ve arkadaşlarına maddi olarak destek olma zorunluğu altında hissetmesiyle doktorların uyarılarına rağmen çok yoğun ve zor koşullarda çalışmış olması yine kendisinin Beyaz Diş ile empati kurmuş olabileceğini akla getiriyor.

Okuyucu olarak bizler de, hayatta güçlüklerle başa etmek konusunda tek başımıza kalmamıza neden olan içinde bulunduğumuz yüzyılda kendimizi Beyaz Diş’in yerine koyabiliriz. Hayatta kalmak için sürekli mücadele etmek ve güçlü olmak zorunda olduğunu bilen Beyaz Diş gibi mücadelemize yılmadan devam etmeliyiz. Çünkü doğa kuralları her yerde geçerli ve yalnızca güçlü olanlar hayatta kalabiliyor.

Bir kez daha Vahşetin Çağrısı ile karşılaştırma yaparsam, Beyaz Diş’e göre hikâyenin bana daha inandırıcı geldiğini söyleyebilirim. Çünkü Buck’ın yabana dönmesinin ve insanları terk etmesinin nedeni insanların kendilerine kötü davranmasıdır. Köpeklerin kendilerine nasıl davranıldığı önemli olmaksızın insanlara karşı çok yoğun bir sevgi ve sadakat besledikleri bilinir. Ancak büyük oranda bir kurt olmasına rağmen tüm yaşadıklarına rağmen Beyaz Diş’in sonunda yine insanların yanında kalmayı tercih etmesinin doğasına aykırı olduğu ve bunu da Romanın zayıf yönlerinden biri olarak gördüğümü söylemeliyim.

Beyaz Diş insanların hem acımasız hem de nazik olabilen yönleriyle, vahşi bir hayvanın insanlar ile onların yaşam biçimlerine adapte olmasının ne kadar zor olabileceğini gösteren bir kitap. Eğer hayvanları, özellikle de köpekleri seviyorsanız kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Tabi bu arada kitapta hayvan severleri derinden sarsacak bazı anlatımlar da mevcut olduğunu hatırlatmam gerekir. Kitap, çocuklara hayvan sevgisi, empati kurma, sevginin her kötü ruhu iyileştirebileceği, her yaşamı değiştirebileceği gibi bazı güzel kavramları iletme açısından başarılıdır. Bir hayvan hakkında olması, bu türdeki diğer kitaplarla karşılaştırıldığında benzer biçimde eğlenceli ve çocuklar için uygun olabileceğini akla getirse de aslında daha çok yetişkinlere hitap eden yönlerini daha fazla. Ayrıca bir çocuk üzerinde travma yaratabilecek bazı anlatımlar yer aldığından çocuğunuza almak için biraz daha olgunlaşması ve bazı soyut kavramlara ilişkin fikirler geliştirmesini beklemenizi önermek naçizane tavsiyem olacaktır.

KİTABA VERDİĞİM PUAN: 6/10

Yorum bırakın